İlk Sayfanın İlk Cümlesi
Merhaba sevgili arkadaşım. Uzun süredir buraya sadece iç dökmeye geliyordum, artık bunun değişme vakti geldi. Bildiğin gibi bir kitap projesi üzerinde çalışmaya başladım. Dürüst olalım, başladım ve kaldı. Henüz devam edemedim, biraz mental biraz da iş yönünden boşluk oluşturamadım kendisine ve benim için çok önemli olduğu için hak ettiği şekilde ilerlemesini istiyorum. Bu yüzden biraz uzun sürebilir bunun çıkması ama elimden gelenin en iyisi için çabalayacağımı da bilmeni isterim. Bugün seninle kelimeler diyarının ilkleri arasında biraz gezelim istiyorum. Hazırsan aşağıya parçayı bıraktım, başlayalım yolculuğumuza!
Edep her türlü davanın üzerindedir. Ve insan ancak dili kadar edeplidir. Bilmediği kelimeler kadar edepli bildiği kelimeler kadar edepsizdir. İnsan olan her hesabı aşar da bir kendi sözcüklerinin ağırlığı altında ezilir.
Lâ: Sonsuzluk Hecesi – Nazan Bekiroğlu
Kelimelerle bağdaştığımız bir yazı için sözsüz bir şarkı seçmemiz biraz tuhaf gelmiştir belki, ancak yine de alıntısız geçecek değildim, tanıyorsun benii. Bu yolculuğumuz diğerleri gibi olaylarla dolu dolu olmayabilir, yer yer sıkılabilirsin ancak hep aynı şeyleri yapmak da yıpratır bizi, en azından ben böyle hissediyorum ve bu yolculuk sana ferah bir nefes olsun istiyorum sıkıştığın döngüsel yaşamında.
Yazı yazmayı, okumayı sevmeye başladığım zamandan beri aklımda hep bir soru vardı, ki eminim bu çoğumuzun aklında vardı, Kelimeler ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştı? Kim elmanın elma olduğuna karar vermişti ya da arabanın İngilizce karşılığının car olduğuna? Bu kelimeleri bulanları da mucit saymalı mıydık? Ortaokul zamanları bunu sorduğumda net cevaplar alamamıştım, lise döneminde de pek parlak yanıtlar alamasam da gelişen teknoloji ve içinde olduğumuz bilgi çağı bana güzel bir kapı açmıştı bu bilgiye ulaşmam için.
Bu kadar lafı dolandırdım, ettim ama söylemeliyim ki bunun net bir cevabı yok. En azından zaman makinesi icat edilene dek böyle bir şansımız olmayacak. Kelimelerin ilk kez ortaya çıkışıyla ilgili farklı alanlarda farklı teoriler mevcut ama şimdi burada Rasyonalizm ya da Ampirizm tarzı bir tartışmaya girmeye de gerek yok, dilbilimcilerin yaptığı açıklamalara sadık kalacak olursak, bu işin peşini ilahidir diyerek bırakabiliriz ya da hemen şurada detaylıca açıklandığı gibi, evrimsel bir süreçle, ihtiyaçlar doğrultusunda ve çoğu zaman duyulan seslerden gelişmiş bir şey, bir nevi yansıma etkisi gibi. Ancak hangi kelimeyi neden seçtiler ve kullandılar sorusuna kimsenin bir cevabı yok. İnanmıyorsan Dilbilimci John McWhorter’a sorabilirsiin.
Çok detay mı başladık acaba? Merak etme, takip eden süreçte elimden geldiğince hızlı hareket etmeye çalışacağım. İlk kelimeyi bilemediğimiz gibi, ilk cümleyi de bilemeyiz tabi ki ama şu an için bilinen ilk cümleyi seninle paylaşabilirim! Tabi bunu yazmak yerine göstermem daha sağlıklı olacak gibi, çünkü kendisi Antik Mısır döneminden kalma bir hiyeroglif.
Kaynakta da belirttiği kadarıyla, burada Antik Mısır’ın ilk yöneticilerinden olan Scorpion I ve tahıl, kumaş gibi ticareti yapılan mallar hakkında bilgi içerdiği düşünülüyor. Bu yazı giderek daha da tuhaf bir hal mi alıyor yoksa bana mı öyle geliyor? Eğer sıkıldıysan burada da bırakabilirsin, biliyorsun ama bırakırsan bana haber ver ki bir sonraki ziyaretinde seni böyle sıkmayayım, daha farklı geziler planlayabileyim. Hazırsan bir sonraki durağımız olan ilk kitaba geçelim istiyorum. Merak etme, çok çok az kaldı, evine kadar bırakacağım seni yine, belki birkaç saat erken bile varabiliriz, makineye güvenmeliyiz!
Galiba bu konuyu iki başlığa bölmeliyiz, ilk kitap ve ilk basılmış kitap olarak. Böylelikle günümüzdeki gibi kitapların ilkini de atlamamış oluruz gibi hissediyorum. Tarihte bilinen yazılı ilk öykü ve aynı zamanda ilk kitap adını duyduğuna inandığım Gılgamış Destanı’nın ta kendisi! MÖ 1800’lü yıllarda yazıldığı tahmin ediliyor bu efsanevi uzunluktaki şiirin. Tabi ki bir de mesaj içerir ki bu şiirleştirilmiş öyküler dizisi, hemen aşağıya ekliyorum kendisini.
Aradığınız hayatı, asla bulamayacaksınız. Tanrılar insanı yarattığında insanın payına ölüm düşmüştür ve tanrılar, hayatı kendi ellerinde tutmuştur.
Tuhaf, her anı ölümle bezenmiş canlılar olarak yüzeysel yaşamlar sürebilmek için can atıyoruz çoğu zaman. Bize dayatılanı yaşayıp, bizden sonra gelenlere de aynı öğretileri dayatarak, ancak böyle hayatta kalabileceklerini anlatıyoruz. Hayatta kalmanın yaşamak ile aynı şey olmadığını bilmemize rağmen hem de! Biliyorum, biliyorum değişmesi gereken çok şey var ve tek başına değiştiremeyeceğin için kendini zorunda hissediyorsun ve belki de haklısın ama canımız yanmadan daha iyiye gitmemiz de mümkün değil, en azından büyük bir kısmımız için.
Ehem, neyse, ilk basılmış kitap diyorduk, bundan da bahsedip yolculuğumuzu bitireceğiim. Bu kez elimizde “Diamond Sutra (Elmas Sutra)” var. Kendisi Tang Hanedanlığı döneminde basılmış ve tarihi tam olarak bilinmese de, MS 868 yılına ait olduğu düşünülüyor. Bu kitap ise Buda öğretileri üzerine hazırlanmış ve ücretsiz bir şekilde dağıtılmış bir kitap. İlklerin çoğu zaman ihtiyaçtan doğması, savaşı ve inancı da ihtiyaç yapar mı acaba? Emin olamıyorum, yine tuhaf sorular dolanıyor aklıma. Yine de, eğer bu sorularıma bir yanıt vermek istersen yorumları daima büyük bir keyifle okuduğumu bilmeni isterim!
Bu arada çok ilkten bahsettik, bu blogdaki ilk yazım aklıma geldi. Ara ara açıp baktıkça ne kadar ilerlediğimi görmemi sağlıyor ve olumlu bir his uyandırıyor. Umarım bu hislerde haklıyımdır! Evet çok dağıldık, hızlıca toparlayalım yolculuğumuzu. Kelimelerin diyarındaki birkaç ilk olmayı başarmış şeye değinmeye çalıştım bugün seninle, umarım sıkıcı olmamıştır, akıcı ve anlaşılabilir olmuştur bu yolculuk. Bir sonraki yolculukta, belki de benim ilk kitabımda, görüşeceğimizi umuyorum yine seninle!
--0 Yorum yap--